RÜYA KÖRÜ: STEFANOS AKSUKOS VAROLUŞÇU BİR ROMAN KAHRAMANI MIDIR?


Tuğba Çelik

Socrates’ten bu yana, insanın varlık nedeni merak edilse de “bireyselleşme” konusu yirmi birinci yüzyılda etraflıca sorgulanmaya başlanır. Sartre, insanın yaşadığı dünyaya karşı sorumlu olduğunu savlayan Marksizm’i yadsımaz; insanın yaşadığı toplumdan arınık olarak kim olduğuna kafa yorması gerektiğini vurgular; böylece varoluşçuluğun şöhretini artırır (Aksoy, 1881: 314-315). Derrida (2009:50) “Varlık deneyimi, ne az ne çok, metafiziğin kenarında, edebiyat belki de her şeyin kenarında durur, kendisi ve dahil her şeyin ötesinde. Dünyadaki en ilginç şeydir bu, belki de dünyadan daha ilginç,” der. Edebiyatın bağımsızlığına karşılık insan yaşamını dolaylı yoldan etkileme gücü, varoluşçuluğun romana uygulanmasını tetikler. 1930’lardan sonra varoluşçuluğu ele alan romanların önde gelen yazarları Sartre ve Beauvoir’dır; onlara en yakın duran yazar ise Camus’dür. Eleştirmenler, Camus’nün yanı sıra Dostoyevski, Kafka, Beckett, Faulkner gibi başka yazarların da varoluşçu izler taşıdıklarını düşünürler (Bal, 2007: 30-32; Aksoy, 1981: 316-317).
Varoluşçu roman kahramanlarının bazı genel nitelikleri vardır. Bu nitelikleri üç maddeye indirgeyebiliriz:
1- Varoluşçu roman kahramanları, evrensel okur için kurgulanırlar. Onlar, yaşadıkları bölgenin geleneklerine, ahlaki değerlerine, inançlarına yakınlık duymazlar. Dolayısıyla yerel değil evrensel okura seslenirler.
2- Varoluşçu roman kahramanları yalnız ve umutsuzdurlar. Yaşama uzaktan bakarlar ama ona ilişkin eleştirel tutumlarıyla okur için bir okul görevi üstlenirler. Sartre ve Camus gibi tüm varoluşçu yazarlar aslında okurlarını yaşamı değiştirmeye, eyleme dönük yaşamaya özendirmek isterler (Charlesworth, 1976: 31). Varoluşçu roman kahramanlarının yalnızlıkları, gelenekten, ahlaki değerlerden ve dinden uzak oluşlarından; yaşama sordukları sorulara kendilerinden başka yanıt verecek kimsenin olmadığına inanmalarından kaynaklanan dramatik bir yalnızlıktır. “Roman biçimi, aşkın bir yurtsuzluğun ifadesidir ya da Tanrıların terk ettiği bir dünyanın epiğidir (Lukacs, 2007:12)." Yaşamın gösteriş içinde sunulup aslında bir hiçten ibaret oluşu, insanın tarihsel artzamanlılıkla üslendiği bilindik sorumluklarla çevrelenişi, toplumun insanı hapsettiği çemberden çıkamayışı gibi varsayımlar, varoluşçu çizgide biçimlenen roman kahramanlarını, okurun gözünde kederli kılar. “Okumak bütünüyle yalnız olmadığımı, benim gibi düşünen veya hisseden başkalarının da olduğunu doğrulayarak, başka hiçbir yerde bulunamayacak bir teselli ve dinginlik sunabilir. Bu yakın ilişki kurma deneyimiyle kendimi kabul görmüş hissederim; görünmezlik korkusundan, görünmüyor olmanın dehşetinden kurtulurum (Felski, 2010: 48).” Yalnızlığına dertlendiğimiz varoluşçu roman kahramanı, bir yandan da bize teselli verir: Okur, yaşamın anlamına ilişkin sorduğu sorulara benzer sorular soran kahramanlarla karşılaştığında kendi yalnızlığından sıyrılır.
3- Varoluşçu roman kahramanları kim olduklarına kendileri karar verirler; çünkü özgürdürler. Yaşamdaki konumlarını tartar, diğer insanlarla ilişkilerini gözden geçirir, sonunda kendi varlıklarına ve değerlerine ilişkin bir karara varırlar: Ben buyum ya da şuyum, derler. Bu kararlar aslında yalnızca kendilerininkine değil insanoğlunun tümünün yazgısına ilişkindir. “İnsan yalnız kendinden değil herkesten sorumludur. Kendine karşı sorumlu olunca, herkese karşı da sorumlu olur. Kendimi seçerken, insan’ı da seçerim. (Karakaya, 2004: 72)”. Varoluşçuluğun inançlara ya da toplum değerlerine yaslanmamaktan doğan umutsuz, karamsar tavrının dışına çıkıldığında, bu düşünsel akımın insanın seçimlerinde özgür olduğu vurgusunu yaptığı anlaşılır (Sartre, 1981:322). Varoluşçuluk, insanın kendi varlık betimlemesini kendisinin yaptığını, kendi yazgısını da ancak kendisinin belirlediğini savlar. Varoluşçu romanların kurguları alt metin oluşturma bakımından çok katmanlıdır. Kahramanların zihinsel devingenlikleri fiziksel devingenliklerinin önündedir. Bunun nedeni şudur: Varoluşçu etkiler taşıyan romanlar okuru bir maceraya sürüklemeyi değil okurun belleğinde bazı sorular uyandırarak onun bir takım çözümlemeler yapmasını amaçlar. Bu doğrultuda yazılan romanların okurun belleğinde uyandırdığı sorulara birkaç örnek verelim: Yazgımızı değiştirmek için seçtiğimiz yol, en doğrusu mudur (Suç ve Ceza/Dostoyevski)? Yaşamımızdaki insanlarla aramızdaki güçlü bağ sahici midir yoksa yalnızlıktan kaçmak için mi birbirimize bağlanırız (Yabancı/Camus)? Anlamlı bulduğumuz için mi yaşarız yoksa aslında saçma bulduğumuz eylemleri gerçekleştirmeye mi sürükleniriz yaşam boyu(Şato/Kafka)? Aşk, sevgi diye adlandırdığımız duygular, ölüm korkusuyla baş etme yollarımız mıdır (Aşksız İlişkiler/Beckett)? İnsanın ne olacağı, tıpkı bir nesne gibi, önceden belirlenmiş midir (Bulantı/ Sartre)? Dostoyevski’nin Raskolnikov’u, Camus’nün Meursault’u, Kafka’nın K’sı, Beckett’in Belacqua’sı, Sartre’ın Antoine Roquentin'i diğer varoluşçu roman kahramanları gibi genellikle dar bir uzamda (tek bir kentte, tek bir ülkede vs.) bireysel varoluş sorgulamalarını gerçekleştirirler. Varoluşçu romanlarda uçsuz bucaksız, kahramanın maceradan maceraya sürüklendiği coğrafyalar yer almaz. Dostoyevski’nin Raskolnikov’u, gazetede yazı yazarak, çeviri yaparak geçimini sağlamaya çalışan bir delikanlıdır. Camus’nun Mersault’u kent yaşamının içine sıkışıp kalmış bir masa başı memurudur. Jean Paul Sartre’ın Antoine Roquentin’i de bir üniversite öğrencisidir. Sonuç olarak şu söylenebilir: Varoluşçu romanların uzamları genellikle yirminci yüzyılın kentlerinden, kahramanları ise bu yüzyılın kentlerinin içinde kaybolmuş insanlardan seçilirler.
Gürsel Korat’ın Rüya Körü romanı; macera, yirminci yüzyıldan uzak bir tarihsel uzam, sıra dışı özellikler taşıyan kahramanlar içermesiyle varoluşçu yönünü gizler. Romanı kısaca özetlersek, Rüya Körü romanının ana kahramanı Stefanos Aksukos’un varoluşçuluğuna ilişkin yapacağımız çıkarımlar anlam kazanacaktır:
Annesini küçük yaşta kaybeden, babasından sevgi görmeyip tanıdığı herkes tarafından yok sayılarak büyümüş olan Stefanos Aksukos, imparator Yannis Komninos’un yazıcılarındandır. Stefanos, gelecekte olacakları rüyasında görmektedir. Komninos’un oğlu Manuil, çocukluk arkadaşı Stefansos’un böyle bir yeteneğinin olduğunu öğrenince önce onunla alay eder, onu kıskanır, sonraları Stefanos’un yeteneğini kişisel çıkarları için kullanmak ister. Stefanos’un gelecek rüyası görme yeteneği, bir kişi tarafından daha öğrenilir: Andronikos. Andronikos’un tek arzusu Manuil’in yerine imparator olmaktır; ancak onun yeteneği geçmişte olanları rüyasında görmektir. Andronikos, Stefanos’un gördüğü rüyaları öğrenerek kendisi için görkemli bir gelecek hazırlamak ister. Stefanos’un yaşamdan tek beklentisi, rüyalarından yararlanmak isteyen bu insanlardan uzaklaşarak asıl benliğine ulaşmak, “varoluş”unu gerçekleştirerek mutlu olmaktır. Bu uğurda İstanbul’dan başlayıp Kudüs’e uzanan yolculuklar, geri dönüşler yaşar.
Özetten anlaşılacağı gibi Rüya Körü, varoluşçu romanın durağan uzam dizilişine, olay örgüsünün yirminci yüzyılda geçmesine, kahramanların şaşırtıcı olmayan özellikler taşımasına itiraz eder. Rüya Körü, tarihsel zeminiyle bir yandan da insanın dünyayla, toplumla, yazgıyla, zamanla vs. kavgasına tarihsel bir derinlik kazandırır. Yaşadığı çağın ahlaki değerlerine, içinde bulunduğu toplumun inançlarına karşı sorgulayıcı bir tavırla yaklaşan on ikinci yüzyıl insanı Stefanos Aksukos, bize insanoğlunun varoluş sorgulamalarını eskiden beri yaptığını düşündürtür. Gürsel Korat’ın varoluşçu roman kahramanı türüne getirdiği yeni yorumlara Rüya Körü’nün ana kahramanı Stefanos Aksukos odağında açıklık getirelim:
1- Stefanos Aksukos, evrensel okur için kurgulanmıştır. Varoluşçu roman kahramanları, içinde tanımlandıkları ülkenin değerler bütününe aidiyet duymazlar; onlar kendi kültürel iklimlerine yabancıdırlar. Stefanos, on ikinci yüzyılda, iktidar algısının doğal olarak hatta zorunlu oluştuğu bir çağda imparatorluk yazmanlığı yapar. İmparatorluk memuriyetine karşın, iktidar olgusuna yabancıdır; hatta o içinde bulunduğu dönemin beklentilerine ters düşerek kadına karşı erkek iktidarını, çocuk üzerindeki baba iktidarını da reddeder. Stefanos iktidarın her türlüsünü elinin tersiyle iten bir adamdır: “Öğrendiğim tek şey, iktidarın da geleceğin de kötü olduğudur (Korat, 2010: 167)” Babası Türk olan Stefanos, İstanbul’da Hıristiyan geleneği ile büyütülmüştür. Stefanos, İmparator Manuil’le arası bozulduğunda, babasının Anadolu’daki Müslüman akrabalarına sığınıp onlarla bir süre yaşamak zorunda kalır. Müslüman akrabalarına uyum sağlayamamasının, onlardan zamanı gelince ayrılmasının nedeni kendi köklerine bağlı, iyi bir Hıristiyan olması değildir; Stefanos kendini yaşadığı kültürle açıklamaz. Stefanos’un tanıştığı insanları, yaşadığı yerleri bırakıp gidebilmesinin tek nedeni benlik arayışıdır: Ben kimim? Ben var mıyım? 2- Stefanos Aksukos, yalnız ve umutsuz bir kahramandır. Varoluşçu roman kahramanlarının çevrelerinde aileleri, arkadaşları olsa da onlar gönüllü ya da gönülsüz olarak kendi arayışlarına gömüldüklerinden derin bir yalnızlık ve umutsuzluk içindedirler (Lehan, 1973:20).
Stefanos vakit gece yarısını geçmişken odasında kendi kendine konuşur:
“ ‘Rüyalarımda kimse bana bakmıyor. Bana bakılmadığını nereden mi anlıyorum, gözlerime bakan yok. Sanki yokum. Bunun ne demek olduğunu anlıyor musun?’ Anlamıyordu, yokluğunu anlamak mümkün değildi. Soru sorduğu öbür hayali benliği, ‘ben yokum’ diyen sesi yanıtladı:
‘Sanki varlığını anlamak mümkün!
Var mısın gerçekten? Var olman için yeryüzünde seni seven, en azından seni düşünen bir kişinin var olduğunu bilmen gerekmez mi? (Korat, 2010: 55)”
Stefanos, romanın başlarında yer alan bu sorgulamalarından sonra, kendini arayış yolculuğuna çıkar.
Manuil, Stefanos’a neden süreğen olarak suskun, asık suratlı ve düşünceli durduğunu sorduğunda Stefanos ona şöyle yanıt verir:
“Sonrayı görmeyenler insanlar içindir neşe (Korat, 2010: 34)”. Varoluşçu romanlar, insanın bu dünyaya istemsiz olarak atıldığını savunur. İnsanın üzerine düşen görev, bir gün dünyanın iyi bir yer olacağına yönelik umut taşımak değildir; onun görevi kendini özgürce tanımlamak, tanımladığı gibi de yaşamaktır. Stefanos’un gelecekte olacakları rüyasında görebilen bir insan olarak dünyaya gelmesi, bir şansmış gibi algılanabilir. Rüya Körü, bu yeteneği bir şans olarak değil; başa gelmiş bir lanet olarak sunar: Zaman bir bütündür; insan ne gelecekte olacakları ne geçmişte olanları değiştirebilir. İnsanın elinde olan tek şey şimdidir; o da geçmiş ve geleceğin arasında kalan, onlarsız algılanamayan bir zaman dilimidir. Yani yeteneklerimiz ne olursa olsun, gelecekte olacakları bilmek bile insan olarak bu dünyada mutlu olmamıza yetmez.
“İnsanın geleceği veya geçmişi bilmek istediğine şüphe yoktu. İnsan şimdiyi
bilmek konusunda isteksizdi, çünkü şimdiki zamanın içinde yaşamak, ona şimdiyi
bildiği yanılgısını veriyordu. Oysa şimdiki zaman bilgimiz de en az geçmiş ve
gelecek hakkındaki bilgilerimiz kadar bulanık sayılabilirdi (Korat, 2010: 184).”
Stefanos, zamanın bir bütün olduğuna inandığı gibi umutla yaşamaya da inanmaz. Yaşamın bilinmez yanlarının bizi ancak ayakta tuttuğuna inanır:
“Umut kötürüm olsa da, rastlantı en azından topaldır (Korat, 2010: 90)”. Stefanos, ömrü boyunca bilmediklerinin peşinden koşar. Örneğin Stefanos gençlik aşkı Teodora’nın bir gün kendisini sevip sevmeyeceği bilgisini rüyasında edinememiştir. Bu yüzden yaşamına girip çıkan pek çok kadına karşın Stefanos, hep Teodora’yı istemiştir. Yaşamdan umut ettiklerinin boşa çıktığını da şu sözlerle özetler Stefanos: “Hep hayata baktım ama hep o benden gözünü kaçırdı (Korat, 2010: 239)”.
Yalnız ve umutsuz olan varoluşçu roman kahramanlarının dar bir uzam, zaman ve durağan bir kurgu çevreninde oluşturulduklarını söylemiştik. Stefanos Aksukos, yalnızlık ve umutsuzluk bakımından tipik bir varoluşçu kahramandır; ancak bir yandan da geniş bir yelpazeyi andıran uzamlarla çevrili, kurgusu hiç durulmayan bir romanın ana kahramanıdır. Bu karşıtlığı nasıl açıklayabiliriz?
Borges,“…edebiyatın ‘nesnesi’, her halükarda baş döndürücü ve halüsinasyonlar gördürücüdür (Kristeva, 2004: 38),”der. Rüya Körü, varoluşçu romanların durağan atmosferini reddedip okurun belleğine sık aralıklarla yeni coğrafyalar ekleyen, bu coğrafyaları karakterlerin edimleriyle (tartışma, ata binme, bir zindanda oturup düşünme, zindandan kaçma, kervanlarla yola çıkma vs.) somutlaştıran, kurgu boyunca sürekli artan gerilimini, canlılığını koruyan bir romandır. Scarry (2005)’nin “kitaplardaki nesneleri, yerleri belleğimizde devindirerek canlandırdığımız” savını destekleyen, okuru sürekli yeni imleri belleğinde canlandırma ödeviyle baş başa bırakan bu eğlenceli, katmanlı roman, okurunu sürekli Stefanos’un peşinden koşturur: Şimdi ne yapacak? Şimdi nereye gidecek? Çünkü Stefanos, İstanbul’danToroslar’a, Sandike’den Kudüs’e roman boyu yani ömrü boyu yer değiştirip durur. Rüya Körü’nün okurunun durumunu Felski şöyle özetler (2010: 73): “Zaman adeta durur: Kendinizi sonsuz, değişmeyen bir ‘şimdi’ye hapsolmuş hissedersiniz. Okuduğunuz metnin üzerinde bir hükme sahip olmak şöyle dursun, onun eline düşmüşsünüzdür. Metnin içine çekilmiş, sürüklenmiş, kaşla göz arasında başka bir yere götürülmüşsüzünüzdür- ve sımsıcak kolları arasında kendinizi mutlu hissedersiniz. Sanki hipnotize edilmiş gibi başka bir gücün buyruğuna girmişsinizdir. Kendinize yeniden hakim olmaya çabalar, ama sonunda boyun eğip mücadeleyi bırakır ve sızlanmadan teslim olursunuz.” Rüya Körü, güçlü “hikaye”siyle okuru kendine bağlar. Bu özelliğiyle bize şunu düşündürür: Okurun düşünsel sorgulamalara yelken açması amacıyla okura durağan ve modern çağda geçen kurgular sunmak yazarın tek seçeneği değildir. Barhes, Sartre felsefesinin (varoluşçuluk) unutulmuş ya da ihmal edilmiş olmasına yazıklandığını söyler; çünkü halen bilinç felsefesi alanında incelenmesi gereken pek çok olgu bulunmaktadır (Rifat, 2005:88). Yazınsallığın yanı sıra düşünsel kaygısı olan çağdaş edebiyat yazarlarının genellikle “hikayesiz romanlar” yazma eğilimine karşın Korat’ın varoluşçu bir çizgide roman yazarken geleneksel roman kurgularındaki okuru büyüleyen ve sürükleyen “hikaye”ye bağlılıktaki ısrarı düşündürücüdür.
3- Stefanos Aksukos, kim olduğuna kendisi karar verir; çünkü özgürdür. Varoluşçuluk, insanın dünyaya geldikten sonra toplum kurallarıyla, ahlaki değerlerle, çevrelendiği dinle varlığına anlam kazandırdığı düşüncesine karşı çıkar (Warnock,1970:12). İnsan dünyada kendini ikinci kez yaratmalı, kendini bulmalıdır (Bal, 2007: 30). İnsanın varoluşunu tamamlaması için hiçbir inanç ya da kimse ona rehberlik etmez. Stefanos ve Manuil arasında romanın sonlarına doğru bir konuşma geçer: “ ‘Dinimizle aran bozulmuş senin.’
Stefanos acı acı gülümseyip denize baktı:
‘Doğrusu aram hiç iyi olmadı.’
(…)
“Dinle aram nasıl iyi olsun? Babam beni sevmedi, imparatorluğun başındaki Baba, yani İmparator da sevmedi. Tanrı Baba? O da sevmedi. Bütün babalar bir olup beni tükettiniz (Korat, 2010: 254)”.
Bir dine inanmanın insanı rahatlattığı, insanın kendi varoluşuna anlam vermede inançlarından yardım alabileceği düşüncesi, Sartre çizgisindeki varoluşçulukta kabul görmez. Stefanos, varoluşçuluğun kişinin kimliğini belirlemede soyun, ırkın, iktidarın bir kenara atılması gerektiği ilkesini de benimser. Romanda “baba” kavramı odağında soy ve iktidar kavramları sertçe eleştirilir. Rüya Körü öte yandan okura şunu da söyler: İnsan bu dünyada yalnız ve yapabilecekleri sınırlı bir varlık olsa da özgürce kendi varoluşunu gerçekleştirmeden bu dünyadan ayrılmamalıdır.
Stefanos varoluşuna anlam vermede hiçbir olgudan destek almazken doğaya sığınır. Rüya Körü, varoluşçu yanını Rus biçimciliğinde yer alan saf doğa betimlemeleri ile buluşturur. Stefanos sık sık dağlara, ovalara bakarken kendine ve yaşamına ilişkin kesinlemelere ulaşır. Stefanos’un baktığı doğa canlı, ilham vericidir. İnsan içinde doğduğu doğada kendini yeniden bulacak, yaratacaktır.
Barthes’e göre varoluşçuluğun belirgin amaçlarından biri “felsefede uzman olmayanların, filozofça düşünme konusunda eğitilmemiş olan kafa yapılarına sızabilmektir (Rifat, 2005:88)”. Korat, Rüya Körü’nde okuru özgün inceliklerle örülmüş bir roman kurgusuyla baş başa bırakırken bir yandan da onun varoluşçu düşünmelere dalmasını sağlar. Stefanos’un okuru felsefi düşünmelere yönlendirebileceği, Stefanos’un filozofik bir yanı olduğu savlarımızı, Teodora’nın Andronikos’a sorduğu imalı bir soruyu, bu soruya Stefanos’un verdiği yanıtı aktararak pekiştirilebiliriz:
“ ‘Sen ve Stefanos! Dünyada aklım almaz. Filozofla arkadaş olan serseri. Nasıl
oldu da yan yana geldiniz?
(…)
‘Eh bu serseri filozofluktan pay aldı, ben de serserilikten. (Korat, 2010: 234)”.
Stefanos roman boyunca, okura altını çizebileceği, üzerinde uzun süre düşünebileceği önermeler sunar.
Varoluşçu roman kahramanlarının kendi varoluşlarına ilişkin ulaştıkları kararların aslında tüm insanoğluna ve onun yazgısına ait olduğunu belirtmiştik. Stefanos’un kendini tanımlarken insanoğlunun yazgısına ait ulaştığı yargılardan en çarpıcı olanlardan birine örnek verelim:
“İnsan daima unutur. Çünkü süreğen olarak geçmişte ve gelecekte duramaz.
Yapabildiği tek tanrısal eylem, hatırlamaktır (Korat, 2010. 67)”.
Pamuk (2010:208), çağdaş yazarların yalnızca kendi toplumlarındaki okurları için değil dünyadaki ideal okurları için de yazdığını şu sözlerle açıklar: “Milli sorunların, sırların, yasakların ve efsanelerin boğucu yükünden ve dar görüşlüğünden kurtulmuş ideal okur, tıpkı ideal yazar gibi bugün belki dünyanın hiçbir yerinde yok. Ama ister milli ister gayri milli olsun, bu ideal okuru bulmak önce onu hayal edip ona seslenerek yazmakla başlıyor”. Korat, dünyadaki ideal okurları için yeni bir anlatım yolu denemiş ve dikkate değer bir başarıya ulaşmıştır. Korat’ın roman türündeki yeni anlatım yolu nedir, kısaca yineleyelim: Macera, doğa ve lirizm dolu bir kurguya bir varoluş hikayesi yerleştirmek.
Kaynaklar: Aksoy, Ekrem. (1981). “Egzistansiyalizm (Varoluşçuluk)” . Türk Dili Dergisi.S. 349:314-321.
Bal, Metin. (2007). Varoluşçuluk ve Franz Kafka’nın Dönüşüm’ü”. Evrensel Kültür. S. 184: 30-32.
Charlesworth, Max J. (1976). The Existentialists and Jean-Paul Sartre. Contributors. Place of Publication: London.
Derrida, Jacque. (2009). Edebiyat Edimleri. Otonom Felsefe Yayınları: İstanbul.
Felski, Rita. (2010). Edebiyat Ne İşe Yarar? Metis Yayınları: İstanbul.
Karakaya, Talip. (2004). Jean Paul Sartre ve Varoluşçuluk. Bizim Büro: Ankara.
Korat, Gürsel. (2010). Rüya Körü. İletişim Yayınları: İstanbul.
Kristeva, Julia. (2004). Korkunun Güçleri. Ayrıntı Yayınları: İstanbul.
Lehan, Richard. (1973). A Dangerous Crossing: French Literary Existentialism and Modern American Novel. Southern Illinois University Press: Carbondale.
Lukacs, George. (2007) Roman Kuramı. Metis Yayınları: İstanbul.
Pamuk, Orhan. (2010) Manzaradan Parçalar. İletişim Yayınları: İstanbul.
Rifat, Mehmet. (2005). “Roland Barthes: Sartre ve Varoluşçuluk Konusunda”. Varlık Dergisi. S. 1174: 86-89.
Scarry, Elaine. (2005). Kitapla Hayal Etmek. Metis Yayınları: İstanbul.
Sartre, Jean Paul. (1981). Varoluşçuluğun Savunulması. Çev: Bertan Onaran. Türk Dili Dergisi Yazın Akımları Özel Sayısı: 321-324.
Warnock, Mary. (1970). Existentialism. Oxford University Press: New York.
Roman Kahramanları Dergisinin 2001 Temmuz Eylül tarihli 7. sayısında yayımlanmıştır.

0 yorum: