1.
Tarih konulu romanlar yazmamdan hareketle geçmişi özlediğimin sanılmasını istemem.
Geçmişi özleyen, kalabalıklara karışmak isteğini dışa vurur: Fakat hep ölülerdir yoldaşı.
Geleceği özleyen yalnızlığı seçer.
2.
Demek ki ben geçmişi özlemiyorum, orası bana göre kötüdür. Daha az yeterli, daha az bilgilidir.
Fakat yine de nasıl ki yeniliklerin içinde bir yığın olumsuzluk varsa, geçmişte de bir yığın güzel şey de olduğunu unutmuyorum. Geçmiş bunlar var olduğu için güzeldir.
3.
Geçmiş, yaşandığı ve somut olduğu için değerli. Sanki zorlarsak bir şeyleri buluruz oradan. Bunu umarız biraz. Geçmişten gelen bir şeyler mutlaka vardır ve bunların elimize geçebileceğini biliriz. Gelecekten somut hiçbir şey ummak saçmalık olur: Onun henüz oluşmadığını biliriz. Bu nedenle içimizde gizli saklı bir geçmiş ilgisi vardır.
4.
Ne var ki yazılı tarih boyutuyla baktığımızda geçmişten elimize ulaşan şey yalnızca eril tahakkümdür. Bunauygarlık adını veririz. Halbuki, yazı öncesinde kadın egemen çağlar yaşandığını anımsamayız bile. İnsanlığın ortak bilinçaltında kadınların özgürlüğüyle ilgili anılar yer almasın diye birilerinin adeta kendini yırttığı çok bellidir.
Neyse ki bu tür insanlar kötü roman yazıyorlar.
Çünkü yazmayı bilmiyorlar.
5.
Tarih zemininde roman yazarlığı, kadınları verili rolleri içinde tanımlamayı gerektirmez. Çünkü eskiye rağbet edilirse erkeklerin kadınlar için cinsel güzellik süslemelerinden başka bir şey bulunamaz: Orada kadına ne bilgi bağışlanır ne de akıl. Engels’in deyişiyle evde kadın, erkeğe karşı burjuva önündeki proleterden farksız olur.
6.
Tarihteki kahramanlara bir bakalım: Erkek egemen tanrılar arasında parmakla sayılacak kadar az kadın var: Artemis, avcı. Manidar. Demeter: Üretkenlik ve verim. Çok manidar. Afrodit: Güzellik tanrıçası. Aşağılamanın bu kadarını ayıplamak gerekir ya daha fazlası da sırada: Hera, Zeus’un yalnızca karısı. Ona çocuklar doğuruyor. Herifin gözü oynaşta. Bir yerlerden biliyorum bunu. Güleceğim geldi. Daha fecisi ise Athena. Kadın tarafından doğurulmamış, babasının kafasından tutup çıkarılmış bir yaratık. Ne kadar kadın, bilinemez.
Hestia adında bir kadın tanrı olduğu aklımıza bile gelmez. Evi ocağı korur. Bayağı ev kadınıdır ama adı olmasa da olur. O eski ana tanrıça Kubaba’yı böyle evcilleştirmişlerdir. Önce Kibele olmuş sonra da Demeter’e dönüşmüştür.
Geriye nympheler, sirenler yahut periler kalıyor.
Tabloya şöyle bir bakın: Hepsi de erkekler önünde beceriksiz. Zeus dedin mi titriyor ortalık; Poseidon, Apollon, Hermes dedin mi insan bir cinsiyet zırhı giymiş gibi oluyor, kendine güveni geliyor.
Anlaşılan o ki erkekler tahtın yüzüğünü ele geçirecek büyücüler kolejine gidiyor tarihte; kızlara ise olsa olsa kolejin merdivenlerini silmek düşüyor.
7.
Hıristiyanlık da çok uzak değil bundan. Tanrı zaten Baba; oğlu var. Kutsal Ruh cinsiyetle betimlenmemiş. Melekler cinsiyetsiz sayılıyor, kadınlara en fazla ermişlik rütbesi verilmiş.
Müslümanlıkta azize olmaktan öteye geçen, analık mertebesinden daha yükseğe erişen bir kişi anımsamıyorum. Yahudi dininde ise çok belirgin biçimde ev kadını hepsi. Maceralar erkeklerin başından geçmiş. En keskin macerası olan kadın Judith’tir fakat o da bir erkek gibi yüzbaşı öldürür. Yusuf’a göz koyan kadınlar vardır ama sayın Fatmagül Berktay’ın yazdığı gibi erkeklere yönelik olarak “zina etmeyeceksin” emrini veren yoktur.
8.
Dolayısıyla tarih içindeki kadınları yazmak büyük önem taşıyor. Şüphesiz bir romancının kadını, erkeği, çocuğu yazmak gibi ayrı başlıklar açması gereksizdir, herkesi gözlemesi beklenir ondan.
Kadın yazacağım diye onun cinsel görünümünü anlatan, sevişmelere doyamayan, belden aşağı konuşmayı özgürlük sanan yazıcılar artık bıktırdı, usandırdı. Onlar inledikçe felekler yandı fakat halen muratlarını alamamışlar, öyle anlıyoruz.
Burada hemen ahlakçılık yaftasını yapıştırırlar insana. Yatak sahnesinden hoşlanmazsan ve hele eril düşünceden yana olmazsan ahlakçısın. Böyle bakarlar daima.
9
Oysa yazar ahlakın konusu değildir. Ahlakın dışındadır.
Aynaya bakarken kimse bizi izlemediğinden doğalızdır. Banyo yaparken de öyle. Bir yazar karakterlerini kişi yalnızken nasıl davranıyorsa öyle ele alır. Başkalarını düşünerek değil. Bu nedenle, aynaya bakmaktan nasıl tek başımızayken utanmazsak yazılırken de utanmayız. Yazar, olayı böyle anladığı için ahlakın konusu değildir.
Yazarın ahlak denetimin dışında oluşunu cinsiyete bakışla sınırlamak olmaz. Daha geniş bir kapsamda düşünmeli.
9b
Örneğin dürüstlük kadar dürüst olmayış da girer yazarın dünyasına. İyilik ve iyi olamayış. Eşitliği sevmek ya da sevmemek. Cinselliğin dışında bu gibi konular, yazarın ahlakı en az iki yönünden ele alması ve onları okurun gözü önünde çarpıştırması için çok önem taşımaktadır. Yazar okura vaaz vermeye değil, okura yeni bir bakış açısı kazandırmaya çalışır. Agamemnon, Aias’ın can düşmanıydı. Aias onu öldürmek için neler yapmıştı neler. Athena’ya karşı bile geldi. Tanrıça da kızıp onu yanıltınca inek sürüsüne saldırdı ve sürüden korkan bayağı bir kişi durumuna düştü. Canına kıydı. İntihar edenler Yunan dininde gömülmez, açıkta bırakılır. İşte Aias’ın ölüsü başında bunu tartışıyorlarken Odyseus izleyiciye dini vaaz vermek yerine, ahlaki karakterin gereği olan çok şaşırtıcı sözü söyleyecektir: “Aias çok önemli bir savaşçıydı. Evet birbirimizi sevmezdik. Ben ondan nefret etmek güzelken nefret ettim. Şimdi onu bir kahramana yaraşan bir sadelikle gömmeliyiz.”
9b
Kiliseden şamdan çalan Jan Valjean’a tanıklık etmeyen rahip bu yüzden çok önemlidir. Suç ve ve Ceza’da dinsel buyruklar değil, vicdan öne çıkar. Eugene Grandet ahlaki buyruk nedeniyle değil, içsel olarak, bir karakterin niteliği olarak cimriliği anlamamızın anahtarıdır.
10.
Bilgisizlik daima büyük olayların peşindedir ama bilgisi yetmediği için tanım yapamaz.
Unutmayalım ki bilen kişinin küçük bir olayı bile tanımlamasında bir büyüklük vardır.
11.
Tarih zemininde yazarlık yaparken eskilerle empati kurmak iyidir de onlar gibi düşünmek zorunda değiliz. Krallık yine bizim için akla aykırı olmalı, şiddetin olağanlığı korkutucu görünmeli, asalet unvanları yine bizim için değersiz olmalıdır.
11a
Bir senaryo çalışıyorduk: Prenses, arabasından inerken öyle zengin, öyle güzel ve diğerlerine göre o kadar özeldi ki, kategorik olarak ona tapınan, zenginlik önünde eğilenlerin betimlenmesi gerekiyordu. Bu egemenlikçi tarz hoşuma gitmiyordu ama o sırada yazınsal ortağımın adeta zevkten kendinden geçtiğini fark ettim. Kadının prenses olması, özeni, saçları, özel arabası, diğer insanların onun önünde huşu içinde eğilmesi ona göre çok güzeldi. En azından bunun böyle olacağından hiç şüphesi yoktu. Oysa böyle bir sahne utanç vericiydi benim için.
Tarih yazıcılığının bu anomaliyi teşhir etmenin en ciddi limanı olması gerektiğini ilk o gün düşündüm: Otorite önünde eğilmek adaletsizliğe tapınmaktır.
12.
Böyle bir otorite düşkünlüğünü ve kişiye tapınmacılığı, toplumsal açıdan önemli sayılan bir dinsel figür üzerinden düşünelim. Yazar o kişinin dininden olsa bile onun çağında bulunmamaktadır. Gerçekte onun gibi düşünemez ve yaşayamaz. Örneğin Fransisken rahipleri, druidler yahut dervişler gibi dindar olmak mümkün müdür? Bir lokma ve bir hırka ile yaşayabilmenin koşulları var mıdır? Günümüzde hiçbir inanan kişi dilenci olarak yaşayabilir mi? Günümüz yazarı bu kişileri yalnızca bir karakter olarak yazar ama ona benzemeye çalışmaz.
Üstelik yazar, romanını yazdığı kişiyi derin bir huşu ile anmak zorunda değildir. Ülkemizde Celaledddin Rumi için yazanlar açıkça böyle yazdılar. Başka dinsel veya politik figürlerin dinsel görüşlerinin sözcüsü gibi davrandılar.
12a
Oysa epope veya dram, bir kişiyi anlattığında ve hatta -hadi diyelim ki- onu övdüğünde bile düşünceleri değil koşulları, olayları gösterir ve bunun karaktere etki eden yönlerini gösterir. Yazarlığın temel özelliği budur: Yazarın dini veya siyasi görüşlerinin tartışmak sanatın doğasını bozmaktır. Stendhal’in deyişiyle sahnede ansızın patlayan tabanca ile birdir. Yazarın siyasal ve dinsel düşünceleri dinbilim, siyasetbilim veya diğer bilimsel alanlarda tartışılır, sanatsal yapıtta değil.
13.
Yeri gelmişken şunu da söylemeli: Yazar tarihsel kişinin efendisi gibi de davranamaz. Onu aşağılamak, sosyal, sınıfsal veya cinsel durumunu alay konusu etmek, yargılamak… Bunlar yazıyla ilgili kötü alışkanlıklar olabilir ancak.
14.
Tarihsel roman yazıcılığı, kifayetsiz eleştirmenlerin gözünde bir “Batı düşmanlığı”na dönüşmüştür. Batılıların özünde Hıristiyan ya da Musevi olmak bilinciyle yazdıklarını önerebilecek kadar sığ görüşler, maalesef çok yaygındır.
14a
Tarih romanı yazıcılığı din de dahil her şeyi anlamayı gerektirir: Tarihin veya dinin içinde durmayı değil. Kaldı ki içinde dursanız bile anlamak zorunluluğu var. Emile Zola’nın karamsarlığı dinsizliğinden değil çağın çalışma koşullarının karanlığından gelir. Camus’nun dinsizliği iki dünya savaşı geçirmiş insanlığın yaşadığı absürdle ilgilidir.
Roman denince doğu-batı kavramından başka edecek kelamı olmayanların sanatı yok hükmündedir. Çünkü romanı ideolojik propaganda aracı saymaktan öte bir şey düşünemezler.
Oysa roman, sanatın içinden yükselen, orada varolan bilme biçimlerini kavramayı gerektirir, ideolojiyi değil.
15.
Tarih zemininde roman yazmanın ilk büyük örneği Savaş ve Barış’tır. Elbette daha önceleri de roman denilince tarihi konuları içeren şövalye romanları, tarihi kişilikler hakkındaki anlatılar vardı fakat Savaş ve Barış ele aldığı konuyu bir laboratuvarda inceleyen bilginin tavrıyla yazılmıştır: Fransız ordusu Rusya’yı işgal etmiş, Ruslar çekilmişler, Moskova kül olmuş, Tolstoy işte bunları bir Rus değil, yalnızca tanrı anlatıcı olarak, ulusal heyecana kapılmadan, kişilerin tepkileriyle ve iç dünyaları ile sınırlı olarak ele almıştır. Dolayısıyla tarih romanı nedir sorusuna ilkin onunla başlamak gerekir: Tarih zeminindeki kişilerin öyküleri. Orada ne Mareşal Kutuzov’un başarısı, ne de Napoleon’un hayal kırıklığı vardır; bu roman Pierre, Nataşa ve Andrey’in romanıdır.
16
Roman görüldüğü gibi batı veya doğu denilen siyasal merkezlerin bir propaganda aracı ve aparatı değildir.
17.
Eski alışkanlıklara bağlı, romanı bir medeniyet betimi sananların yazdığı, aslında “ibret almanın” imkansız olduğu, şiddet ve erillik dolu, kültür birikimine saygı duymayan anlatılarda, “biz” vardır.
İnsan tekinin anlatılmadığı, karakterlerin bir büyük topluluk ne düşünürse aynısını düşündüğü olay örgüleri roman olabilir mi? Derin bir rüya gören ulu şeyhin öngörüsüyle, “bizim” uygarlığımızın “onları” yok ettiği bir hikaye yazılacak ve bu da roman olacak öyle mi?
Tolstoy’u okusunlar. O adam Slavcı, dindar ve Rus’tu ama romanında tüm insanlığa ait olduğunun farkındaydı.
18.
Demek ki romanda doğu batı yok, birilerinin kafasında “hayali batı” var. Bilenler bilir, oryantalistlerin aklında da “hayali doğu” vardı.
Hayali Batı, ilim ve fennin merkezi olsa da ahlaksız ve yoz bir yerdir. Fakat ne ilginçtir ki Hayali Doğu’da yaşayanlar en çok oraya gitmek ister, en çok oradaki tekniği, yaşamı, eğitimi, görgüyü, sevecenliği ve şüphesiz ki kadınları beğenir ama kendi mahallesinin öyle olmasını istemez.
Kadınların batıdaki erkeği beğenmesine gerek yoktur, zaten Hayali Doğu erkeğinin görüntüsü eleştirdiği dünyadaki erkekten üstündür!
İkiyüzlü ve şarlatan din sömürücüleri bu bayağılıktan beslenir.
19.
Tarih romanı üstün güçlerle donatılmış, bağlı tinle hareket eden, ideolojik olarak “bizden” kahramanların anlatıldığı bir şey değildir. Bunlar olsa olsa kahramanlık menkıbelerine uygun ortaçağ metinleridir. Roman “geleneksel epope”ye (destana) uymaz. Çünkü orada üstün güçlerin eylemleri anlatılır: İç dünyaları görünmeyen tanrısal güçler alanın esas güçleridir. Cemaat tipi insanın (Gemeinschaft) anlatısıdır. Epopeler sözeldir, anlatıma ve rivayete dayanır ve zaman dışıdır. Oysa “drama”da olayların nedensel dizilişi vardır; üstün niteliklere sahip olmak bile drama için can sıkıcıdır. Örgütlü insanların bireysel düzen içinde kendini dışa vurduğu bir toplumsal birikimin ürünüdür (Gelsselschaft) ve yazılıdır. Önce en az bir insanın karakterini ve tabii bununla bağıntılı olarak da her şeyi gösterir.
20
Sanıyorlar ki roman, bir kültürü başka bir kültüre dayatır. O yüzden “batı, batı” deyip duruyorlar. Acınası bir durum: Yüz yıldır böyle ağlayıp duracaklarına roman yazsalardı hep konuştukları batı, onları konuşurdu.
Kitaplık Haziran 2024
Sayı 233